17 Temmuz 2007 Salı

GENİŞ ZAMANLARDA DARALAN NEFESLER


Sakındım elimi haramdan,
lokma gelip düğümlendi nefese
ana avrat düz gittim bu yokuşu
cümle gelip küfürlendi dilime

büyük bir cürmün fistanına bulandı elim
dua besmelesiz kaldı
kesildi ezan
kaldım beş vakitsiz bir niyazın ortasında

suç ortada,herkes masum
öyleyse neden durur ak kaşığımın üzerinde şu kara leke
eşkal soruyorum,
tutup beni gösteriyorlar.
mevzu derin
perde açık,
sır aşikar
herkes oturmuş elindeki sevaba ağlıyor.

nerdedir bu ırmağın serinlediği yer
aşkın dinlendiği,
sözün güçlendiği kalp nerdedir
zıkkımlandım elimdeki son azığı
düştüm yola

anlamadım,nerde durmalı nerde susmalı
bu dilin affedildiği kelam nerdedir, bilemedim
sordum ulemaya; sus dediler
dedim dilim sancılı; kes dediler
susmak neyi halleder dedim,
konuşmak bugüne değin neyi hallettiyse onu
oturup ağladım..
yol kısaldı

indirdim duvardaki tüm resimleri
şimdi kan sızdırıyor elimin değdiği her yer
dilimin değdiği yerse yaralı
ve sır bir kez daha aşikar
herkes dilinin esiri
herkes üç elmanın yendiği yerde
masalın bittiği yerde
hadi dağılın evlerinize
elma bitti
şiir bitti,
bitti masal.
ziruh

GECEYE DÜŞEN SANCILAR


cazibesi yitik bir gece
cümle noksan, nefes ziyan…
sıcak bir cümle kanayıp durur gözümden
akar geceye..
kalp farkında değil henüz içe saplanmış bıcağın

kalbin süruru için soyunur alem
aşkın bittiği yerde libastan sıyrılır adem
bir incir gölgesi vatanı olur
dil sükuta, aşk hicrana,
adem ölüme meyyal…
damarı çekilmiş bir geceden
rahmet dilenir akıbetine

ahh! bedduamın tutmayan yüzü
ismalin bıcağa geldiği sınır
sabrın inceldiği nokta,
devir geceyi üstüme
sür yalnızlığımı,yalnızlığına

yol kenarından gözlesin beni halifeler
sırtımdan vursun bakışları
bükülsün omurgam ağır cümlelerden
binlerce ok saplansın dilime
lal olayım,kul olayım
öleyim ey hak!

ayın ondördüdür artık
gül kurusun avucumun halesinde
şevval olsun tüm aylar
bulutlansın bu gözler
toz buluta karışsın ömrüm
yaklaşsın ölüm
çekil üzerimden ey hayat
kalbim toprağa ilişsin

şairin kaleminde Meryem filizlensin
masumiyet kudursun
dile gelsin hafız
ateş suda durulsun.

sümbül can versin iki kaşın arasında
kader yeniden gelsin kaleme
adem yine yanılsın
adem yine yanıl !
yanıl adem yanıl
yan adem yan.
ziruh

İNTİHAR MEKTUBU


Sıkıldım aynı simaları görmekten,aynı şeyleri ‘ yapma’ demekten. Aynı saçaklar altında yürümekten daraldı kalbimin vadileri. Aynı yağmurun altında ıslanmaktan usandım.
Sıkıldım aynı bakışları süzmekten, bunca özür dilenecek duruma düşmekten hırpalandı hassas terazilerim, bozuldu gönül dengem, yıkıldı kalbimin minareleri.

Sıkıldım günlerin hep 24 saat olmasından, haftanın yedi günlük kalıbından, şubatların hep zemheri, nisanların yağmurlu olmasından, eylüllerin ayrılığından, sevgililere hep gül alınmasından, akrebin yelkovandan daha kısa oluşundan, şikayetlerimi sadece kendime duyurmaktan, inanın ,inanın her şeyden sıkıldım,
Ağlayamayışımdan,sabra sabır göstermemekten, ahde sadakatsizliğimden,dost eline namertliğimden,yad eline muhtaçlığımdan karardı kalbimin güneşleri, yerle bir oldu gönül saraylarım.

Sıkıldım hep aynı yolda yürüyüp, başkasının izini takip etmekten,hep “bu kez başka olacak” deyip başkasına benzemekten sarardı gençliğimin baharları, bulandı gönül pınarlarım.
Sıkıldım ekmeği tuzlu yemekten, çayı tatlı içmekten, sıkıldım sıkılmaktan, hep aynı şeyi yazmaktan, hep tekrara düşmekten, oyun bozan olmaktan, hep aynı kazağı giymekten, her iki çorabımın aynı renk olmasından...
Sıkıldım hayatın yeknesaklığından, kalbimin parçalı bulutlu olmasından, 8-5 mesaisinden
Ve kalbimin çarpmasından da sıkıldım. Ölümü özledim, beni toprak paklar, örter sıkılganlığımı, acımı, hiçbir şeyden tat almayışımı ancak toprak anlar, toprak sarar yaralarımı.
Sıkıldım sadece “kendimin ellerinden tutmaktan”, hep aynı hataya düşüp, hatayı hüner saymaktan gözlerine perde çekildi basiretimin, kırıldı mihenk taşım, köreldi adaletin kılıcı, kaldım zulmün enkazlarında, beyaz bayraklara teslim ettim ruhumu, “kutsal” banknotlara sattım kalbimi.
Ve nihayet size benzedim ey baş harfi büyük yazılıp, tırnak içine alınmış tüm “Özel isimler”


ziruh

SIĞINAK CÜMLELERİ


Rücu etmedim sana olan ahdimden
Adından başka hiçbir kelimeyi yazmadım ekmeğime
Hiçbir ceylana izin vermedim kıyından su içmeye
Bu büyülü sevdayı,sen olmasan takmazdım incecik boynuma
Esir düşmezdim böyle prangalarla, köle pazarlarında
Bu vebal cehennemini sen olmasan taşımazdım kalbimin kuytularında
Sözüme yeni sözler ekleyip,yenilemezdim kendimi, sen olmasan


Kutsanmış nehirlerde ıslanmış bu saçları, hangi güneş kurutmaya cesaret edebilir.
Bu cemalin tecellisine hangi ayna cesurca açar bağrını.
Hangi dağ üşümez gözlerine baktığında.
Bu kalp kırıntılarını hangi iğne dikebilir derinden, acıtmadan.
Hangi hattat hilallenmiş harflerden adını nakşedebilir yürek sızıma.
Sandukalarda gizli düşlerimi, hangi bahçe büyütür toprağında.
Hangi simyacı parlatır kararan cevherimi.
Hangi kervan çeker bu yükü, kendi yükünden bihaber.
Hangi sabır taşı çatlamaz ki, nazarına başka nazar değdiği vakit.


Yüreğimden geçen çölleri hangi nil yeşertir, bileyim.
Hangi kuş kanadı yüceltir alçalan ruhumu, sorayım
Hangi kutu saklar mücrim ruhumu, alayım.
Hangi sevap siler paslı geçmişimi,yapayım.
Hangi kapıdaki anahtar umudu sürgüler, kırayım.
Hangi ağaçtaki yeşil baharı simgeler,çalayım.
Hangi kitabın ilk sayfasında kahramanlar ölür, öleyim.
Hangi duvar umuda örülür, bir taş olup yükseleyim.

Artık ölüm kadar münzeviyim, Anla.
Bir çağlayan kadar berraktır ruhum, Gör.
Bir vuslat kadar kavuşmaya muhtaçtır ayaklarım, Yol al.
Bir sadaka olan tebessümünden mahrumdur yüzüm,Aydınlat.

ANLA,
GÖR,
YOL AL,
AYDINLAT.....
ziruh

İSTANBUL’A SELAM NİYETİNE BİR MEKTUP




Ey mehlikalar şehri,
Kalbimin serabını kurutan şanlı cennet
Günahlarından arın
Kalbini örten kisvelerden soyun
Göster yüzünü bana ve kendine
Buhur kokularını doldur göğüs kafesime
Soluğun karanfil koksun,yak beni ey şehir
* * * *
Göster kuytularını bana, çöz gizlerini artık,
Aramızda kalmasın gizli saklı,
Çözülsün düğmeler
Ne varsa artık açığa çıkmalı,
Cinayetlerin,
Mütebbessim yüzünün ardındaki kin,
Cami avlusundaki çocukların,
Yani her şey....her şey anlatılmalı bugün
* * * *
Hangimiz daha suçluyuz.hangimiz daha aciz?
Elimiz,kolumuz niye bağlı?
Niye adreslerimiz sualsiz?
Bu duman neyin nesi?
Başımızı döndüren bu gurbet hangi tarihten kalma bize?
Hangi çağın vebalini çeker olduk?
Hangi kalbin tökezlemesi ile kaydık avuçlardan?
Bu hangi ananın bedduasıdır ki derinden tuttu bizi?
* * * *
Cümlelerim sıtmalı,bedenim üç-beş nöbetlerinden kalma
Gece uzun,uykunu bana ver ey şehir!
Kalbime kilitlen,alnıma mühürlen,müebbetim ol!
Açığa vurma sırrımızı,
Sana fısıldadıklarımı duymasın kimse.
Saçlarını ört üstüme,göm beni yalnızlığıma ey şehir!
* * * *
Surlarını ve sırlarını keskin bir bıçak gibi tut üstümüzde,
Anlat kalbine konup göçen şahları,sultanları,...
Kervansaraylarından geçen külhanbeylerinin azametini,
Ve daha sonrasını...
Gözümden ve gönlümden ırak olanı da anlat,
Bana beni anlat ey şehir!
Dağınıklığımı,aşktan muaf oluşumu
Serden vazgeçişimi,
Sana sabredişimi...
* * * *
Bir evvel zaman öyküsüydü anlattığım sana dair,
Böyleydin nazarımda hep.
Minarelerin kalbimden yükselirdi,
Dualar avucumdan...
Sana Çamlıca’dan da bakmak vardı,bir kışladan da
Seni sevmek de vardı,nefret etmek de.
Bense seni bir kışla içinde sevmeyi seçtim.
Kaldır peçeni,
Aç yüzünü,
Duy sesimi..
Adı, mimli harflerle kalbime yazılan şehir;
Duy beni!....

***
ziruh

ARTIK YÜZÜNÜ DÖN BANA EY HAYAT



“Bağdat’a, Filistine Ve Diğerlerine…”
Tüm halklar kendi dilinde yükseltirken dualarını, bazılarımız yastık yerine başını sert kayalara koyarken, aynı evrensel acıyı vurdun yüzüme ey kutlu şehir.
Ey bebelerin yaralı yüzü,anaların parçalanmış ciğeri, genç kızların çeyiz sandıklarında gömülü umutları, bir dedenin dua dolu avucu, hepinizin özrü, boynumuzun borcu.
Durup durup aynı yerden başlamak, konuşarak hiç kimseye bir şey anlatamamak,ateşe dokunmadan yanıp yanıp kül olmak, kaç şehrin kaderidir, kaç insanın alnına çivilenmiş bir yazgıdır..…
Bu bir kabustur; uyanıkken çarpar uykularımıza, uyutmaz bizi.
Bu bir şarkıdır; olmayacak yerinde kopmuştur kemanın telleri.
Bu bir varsayımdır; teorilerimize malzeme taşımak için yer bitiririz kendimizi
Ötesi yoktur bu yolun uçuruma iterler bizi, denize düşen bir haldeyiz, yılan gelir aklımıza, kusarız… sabır deriz yılardır, selamet bekleriz,huzur dileniriz , süruru içimizde aramak varken,başkasının elinden su içeriz. bir rakım yükseltidir midemizi bulandıran, bir namlunun ucudur rüyalarımızı çalan.
Ey kutlu şehir bu acıyı yıllardır taşıdın kalbinde, kısık bir sestin, buzlu yataklarda büyütüldün.Büyüdün büyüdün ve tükürdüler yüzüne.Tutup yeni şarkılar bestelediler acını unutturmak için sana, yeni yeni devir teslimler yaşandı büyük büyük binalarında, sen mutlu olasın diye!, sen bir daha sen olmayasın diye. bu şarkıyı kaç kez oldu dinledik, yabancı değil kulağımız bu uğultuya, ne isterler ki bizden, hem şapkamız da var yanımız da, nedir bu göz üstünde kaş muhabbeti, cevapsız sualler bunlar biliyorum, büyütüp sorularımızı içimizde, gidelim buralardan. petrolü olmayan bir çöl bulalım kendimize. Peşimizi bırakmayan bu felaket, varlığımızla beraber kazınmış sanki nufus kayıtlarımıza.
Küresel ısındık, global büyüdük,” huzura ve barışa en çokta ihtiyacımız olduğu bir anda!!!” kalbimizden vurulduk, kovulduk şehirlerin en tenha mahallerinden.. sıra sıra dizildik ölümün koynuna, kirpiklerimizin ucundan çaldılar uykularımızı, derin bir gafletin dizine yatırdılar, sonrası… iki kalem arası iki dudak teranesi..
Kimin acısı daha büyüktür bu alemde ;? şekeri elinden alınan bir çocuk olmak mı, sırtını memleketine dönüp meçhule yürümek mi, köpeği için en kaliteli mamayı arayıp bulamamak mı, bir ana olup yüzünü kanla yıkamak mı, “bu elbise üzerime hiç yakışmadı” deyip aynaları parçalamak mı?... bilinmez kimin acısı daha büyük,kimin türküsü daha hüzün kokar, bilinmez milli hasılada payımıza düşen keder, payımıza kalan elem bilinmez,bilinmez hiç biri. Bunca bilinmez sorunun sonun da neden durur bu çengelli şey (?) o da bilinmez..
Ey hayat; artık acımı yanıtla, alnımda durmasın soru işaretleri.
Ey hayat; artık sarsmasın bu kalbi, O’nun korkusundan başka hiçbir şey
Ey hayat; şehrimin üstünde kalmasın kara bulutlar
artık yüzünü dön bana Ey hayat, dön de acımı gör…
ziruh

GECE,ŞEHİR VE ÇOCUKLUK MAYASIDIR İNSANIN




“ ey kalbim yanılt beni”

Büyüdükçe küçülür oldu adımlarım, bu koca yollarda tek başınayım, yok hiçbir uzun yol türküsü dilimde, bu kaçıncı yoldan çıkışım kaçıncı yola girişim, inanın saymadım hiçbirini. Bu şehrin kaldırımları yabancıdır adımlarıma, bir mahalle bakkalına borçlanmayacak kadar tebdili mekandadır gönlüm. Neyi aradığını bilmeden dolanıp duran bu avare halim nereye kadar.
Hangi tevbeye sığınıp sil baştan bir hayat çizebilirim ki kendime. Ama bilirim duaya yabancı kaldıkça dudaklarım, hiçbir tövbe kapıma uğramayacaktır ve ruhum bir mahalle bakkalı bulamadan kendine teslim olacaktır tanrıya...

Şahittir bu sancılı sabahlarım olup bitene, kendimi yarılı kalbimin emrine sundum artık, nereye götürse beni orada yıkılır kalırım ve orada ararım yalnızlığımı, kedere bulanmış kalabalıklar sus pus olur o zaman, bir bıçak yarasına akıtırım yaşlarımı. Bir gül bile burkar artık bu kalbi, küflü bir bakışta kaybolmuşum ben...kim acır artık bana.
Asırlık bir telvenin kırıntısıyım, yüreğim yıkılan bir imparatorluktan kalma, hudutları belirsiz ve tutsak....kim kanar gözyaşıma.
Yüreğimin sayacını geçmişin hangi karesine sarsam, boynu bükük bir çocuk el sallar bana oradan. Geceden sakladığım düşlerim, bir bir çıkarlar saklandıkları yerden..
Değişen bir şey yoktur.
Gece, çocukluğumdaki gibi çatık kaştır.
Düşlerime düşense saklanmaktır.......

Ya bu şehir;
Bir sigara dumanıyla kaç gecesini devirdim, kaç kez böldüm uykularımı sayrılı bir çocuk gibi, izledim onu mağrur.Düşlerimin saklandığı yerden baktım ona, bir fahişenin tedirginliği sarmıştı yıldızlarını.
Bu şehrin gecelerinin bu kadar zifiri olması bir çocuk gülüşünün mahrumiyetinden midir? ya gökyüzünün yalnızlığı, kuşlarının bir bir vurulmasından mıdır ? dersiniz.
Çiğnenmiş bir karanfilden daha beter kokar bu şehrin ölüleri.Tüm merhametleri, cebindeki bozuk paralardan kurtulacak kadardır.Bu şehirde ölülere yer varsa, bize de yol almak düşer.... Nereye bilmiyorum ama acılarımı sığdıracak bir şehir vardır elbet.
Sevinçlerim avucuma sığdı ve ben tanrının elindeyim artık. Korkularım büyüdükçe büyüdü, kaçış yok,bu tedirginliği hiçbir ıslık bozamaz, hiç bir şarkı merhem olmaz bu asırlık yaraya ve rezil bir ölümün koynuna düşerim öylece,
kırılır akrebim,
susar zaman. Annemden duyduğum bir dua ilk kez bu kadar yakışır ağzıma ve tövbe usulca girer kapımdan......
Avucumda bir belemir tohumu
ve dudağımda yarım kalan bir dua....
Sonrası................................geçiniz.
(kayda değer bulunmayan bir ölüm)


ziruh

EY AŞK;NEDİR AYNADAKİ YÜZÜMÜN KARŞILIĞI



“ neydi bir arada tutan şey ikimizi?
birleştiren neydi ellerimizi?”
zor bir sual aşk için, nedir yıllardır bizi birbirimize bağlayan görünmez bağ, nedir o gizli el, nedir bizi bir arada tutan şey. alışkanlıklarımız mıdır bizi tutan bir arada, yoksa acizliğimiz midir . ‘başkası olmadan bu hayatı tek başına götürememe acziyeti midir boynumuzda aslı duran . nedir bizi bir arada tutan şey? bir elmanın yarısı olmamız mıdır yoksa bu sorunun yanıtı. neyi tamamlamak için varız ya da neyi yanıtlamak için …buna benzer kaç sual işgal eder hayatımızı aşk adına, kaç bahanemiz vardır aşkı mahsur görmek için. nedir bizi bir arada tutan şey gerçekten, kalpten mi bağlıyız birbirimize yoksa elimiz kolumuz mu bağlıdır onun önünde, aşk kölelik midir, acizlik midir,bağlılık mıdır,bağlanmak mıdır nedir bu illet sorunun ilet yanıtı. nedir bizi bir arada tutan şeyin yanıtı?

bulamam sorunun yanıtını. bulamam aynadaki yüzümün aşka göre karşılığını? çözülür hayat denen sevgilinin saç bağları. fülu bir endam içinde süzülür önümden ve ben bakakalırım öylece… birinin ardında gözlerini bırakmak ne zordur öyle. hayatta birinin isminden başka hiç bir şey ezberinde olmamak ne büyük hafifliktir insanlık tarihi için, ne büyük şeydir aşk için…
ey aşk iyi ki varsın, iyi ki var acın, acın elimden tutar, beni yıpratır,beni yorar, büyütür beni acın.
kaç kuyuya itildim, kaç kez tutuldu dilim aşksızlıktan da tutup kökünden kestim. artık yeter demeyeceğim çektirdiklerin için,birer birer ölelim köşe bucak.birer birer yaralayalım kalplerimizi senin hatırına.en yaralı kalp en kutsal olandır. küçük küçük düğümler durur dilimde.dilim sendeler acıdan, dilim adını anar bismillah der her şeye baştan. bir kapı kolu gibi asılı durur kalbim kapında, çarpılır yüzüme yüzün yüzlerce kez, bilirim kokunu da söyleyemem adını. Söyleyemem adının geçtiği hiçbir şarkıyı. bir yetim duruşudur bendeki, hiçbir şeye anlam vermeyen aptal bir çocuğun anlamsız bakışıdır gözümdeki…felak ve nas hürmetine koru bu kalbi ey rabb, kerevet cetvelindeki tüm çarpımların sonucu sana çıkar ey aşk. tüm çarpımlardan sen çoğal sen büyü ve sen ol muska niyetine kalbimin üstünde.
çok kalem tükettik adını yazarken ders kitaplarına, çok kalem kırdık karşılık almayınca sevgiliden..öyleyse nedir bu sorunun yanıtı söyle bana, söyle bana nedir bizi bir arada tutan şey,bizi yıpratan, gözlere mil çektiren bizi kıskandıran birbirimize kırdıran şey nedir,nedir bunca yıpranmışlığa rağmen bizi tutan şey

hep kaderimizdir eğeriz boynumuzu aşk için…birer çizik taşırız kalbimizin sol yanında aşk için , süleyman mührüdür bu bilmez ehil olmayanlar, bilmez kalbi olmayanlar..kaç damla eksilttik göz nurumuzdan, kaç saadet yitirdik huzurumuzdan. .kalbimizin son sayfasını da yırtıp attık nehire. çok gemi batırdık bu limanda, çok kalbin üzerini çizdik bir kalemde. çok aşkı pencere kenarında hasretle bakan sevgiliye kurban ettik..ve daha sonra kerhane kapılarından topladık aşk kırıklarını,bütün sınavların suallerinden geçtik de bir tek bu sualde boğulduk,
“neydi bir arada tutan şey ikimizi
birleştiren neydi elerimizi?”
artık her şey siyah beyaz, artık her şey
olduğundan daha ağır, bunu böyle bil ey aşk..
ey aşk nedir aynadaki yüzümün sana göre karşılığı?
ey aşk nedir bu sualin sana göre yanıtı?


ziruh

ÇÖZÜLMELER



Bir kumanda aleti kadar yakın ve bir o kadar da uzaktır hayat bize
Çok duyduk ana kucağındaki ölümleri
İsmi konmamış meçhul cinayetleri
Üçüncü sayfa haberleri ile örtük ölülerimizi
Her şeye çok alıştık,hiçbir şey heyecanlandırmıyor kalbimizi,
hatta ölümler de
Zaplayıp geçiyoruz her şeyi, kendimizi, ölümü ve hayatı

Kırılganız neye kırıldığını bilmeden,bir uyku mahmurluğu var gözlerimizde,dilimizin ucunda bir hecedir saklı durur nereye akacağını bilmeden,bir sancıdır bağrımızda harlanır,verilen son selamı almaz kimse , bir elveda yiter avucumuzda, her yanımız kanar da durur...
Bir yanılgıdır yaşadığımız çağ, herkes kefenine bir cep diktirme peşinde, alnımız son secdede donarda durur,....
herkes birbirini bir başka süzer, güven kalbimizden kayar da durur...öfkemizin narında kavrulur ömrümüz, kalbimiz bir damla gözyaşında boğulur,sıkılı yumruğumuz eski savaşlardan kalma, dilberin biri gelir çözer de durur...
adem’in alfabesiyle baktık hayata, O’nun cümleleridir bizi ayakta tutan ama rakamları bulan yanımız, büyüyü bozar da durur....gece günahımızı besler,bir sabaha kilitlenir sevaplanan yanımız ama günaha bürünen gece uzar da durur...

biz gökyüzünü yağmalar dururuz,çokça günah işleriz, sağ elin verdiğinden sol ele bayram yaptırırız,artık kalbimiz derinden etkilenmez,derinden bağlanmaz,derinden vurulmaz hiç kimseye,her şey kaybeder derinliğini ve biz “derinde” kayboluruz...artık hiçbir yolu kaldırmaz yüreğimiz, hiçbir ezan çağırmaz bizi felaha,fatiha gibi açarız günah defterlerimizi ve kahhar oluruz,çekiliriz kabuğumuza ve sonra kırarız kalbimizi....

zaman akar durur yoldan hızlı ve biz kalakalırız bir başımıza,başka açık kapı yok bu bedestanda ve kanat çırptığımız son gökyüzüdür bu, sığınacak bir kalp bulamayız artık,hiçbir kitap açmaz sayfalarını bize,satır aralarında kaybolur ayetlerimiz,bir çorap söküğüdür artık ömrümüz ve birer birer çözülür kalırız.........
ziruh